Beğen

19 Aralık 2012 Çarşamba

BİR ORTAKLIK OLARAK “KADINLIK”




Feminist hareket, kampanyalar ve bilinç yükseltme çalışmalarıyla ortak bir “kadınlık bilinci” yaratmaya çalışırken, hep bu ortaklığa vurgu yaptı: “Biz kadınlar” diye başlayan Feminist Bildirge, bu vurgunun cisimleşmiş haliydi. “Biz kadınlar, eziliyor ve sömürülüyoruz. Bedenimize, emeğimize ve kimliğimize el konuluyor....”. Feministlerin tanımladıkları ortaklık, ezilmeden kaynaklanan, “negatif bir ortaklık” idi. “Birbirimizden farklı olabiliriz ama hepimiz eziliyoruz” demekti. Bir ortaklıktan söz ederken ezilme noktalarının “beden, emek ve kimlik” diye ayrıştırılması ise, farklılıkların farkında olunduğunun işaretiydi. Hem feministler arasındaki farklılıkların hem de kadınlar arasındakilerin.



Türkiye’de feminist hareketin üzerinde durduğu bu “negatif ortaklık” zemini, kadınların kurtuluşunu modernleşme ile ilişkilendiren eski ve güçlü devlet feminizminden kopuşa işaret ediyor gibi görünüyordu: “azgelişmişlik”ten değil, ezilmeden söz etmek, feminizmi bir aydınlanma (ve aydınlatma) projesi olmaktan çıkarıp politik mücadele olarak tanımlamak anlamına geliyordu sanki.



Bu noktada hatırlamak gerekir ki, Türkiye modernleşmesinde “aydınlatma” misyonu da hep bir politik mücadele olarak tanımlanmıştı. Karanlığa, geriliğe karşı bir mücadele. Orta sınıftan eğitimli kadınlar, bu mücadelede resmî ideolojinin ve devletin doğal müttefiki olarak hareket etmişlerdi. Ancak, modernleştirici bir özne olarak devlet tarafından yürütülmesi ve sonra da 1960’lar ve ’70’lerden gelen ulusal kalkınmacı sol paradigma, bence bu mücadelenin politik niteliğini görmeyi engelleyen bir işlev taşıdı.2 Aydınlık/karanlık, ileri/geri kavramsal ikililerinin sol söylem içindeki gücü, modernleşmeci paradigma ile kalkınmacı sol arasındaki sürekliliği gösteren bir işaret olarak okunabilir. Bu işaretin özel anlamı, asıl ve ağırlıklı olarak kadınlar üzerinden tanımlanmasıydı tabiî. Aydınlığın ve ileriliğin de, karanlığın ve geriliğin de sembolleri olarak kadınlar.

Feministler, 1989’da “biz kadınlar...” dediklerinde, bütün kadınları kapsayacak genişlikte bir ortaklığı varsaymışlardı. Okumuş yazmış, iş güç sahibi kadınların da pekâlâ dayak yiyebildiklerini söylemek, bu ortaklığı vurgulamak anlamına geliyordu. Modernleşmenin ışığının kadınlara düşmediğini söylemek. Ama bunu açıkça söylemek, modernlik eleştirisini bir politik söz olarak kurmak yerine, cinsiyetin nasıl sınıfsal ya da başka farklılıkları “yatay kesen” bir kategori olduğunun kanıtı olarak kullandılar, böylece bence çok önemli bir kopuş imkânını atladılar. Bu kopuş, “kadın hareketi” denen belirsiz topluluk ile feminizmin farkını politik eylemlilik içinde ortaya koymayı da mümkün kılacaktı - oysa bu farkı adlı adınca ifade etmek bile pek çok durumda mümkün olmadı.



Çünkü, ortaklığı politik değil, sosyolojik bir ortaklık olarak kurdular böylelikle: ezilmeden kaynaklanan bir ortaklık. İşte tam da bunu yaparak, bir yandan modernleşmeci gelenekten kopmaya çalışırken, diğer yandan bu gelenekle bağlarını pekiştirdiler. Evet, “biz kadınlar” demek, kadınların kendilerini bir özne olarak tanımlamak, önemli bir kopuştu. Artık kadınları kurtarmaktan değil, kadınların kurtuluşundan söz edilmekteydi çünkü. Ancak bu öznenin politika değil sosyoloji zemininde kuruluyor oluşu, bu kopuşun radikalliğini ve gücünü eksiltti. Bir ortaklık olarak Kadınlık eğer ezilmeden doğuyorsa, yani asıl olarak sosyolojik olarak tanımlanıp buradan kadın politikası üretiliyorsa, kurtuluşun kadınların kendileri ya da kurtarıcılar eliyle olması arasında çok büyük bir fark kalmaz - asıl fark, Kadınlık’ın politik bir ortaklık olarak tanımlanabilmesiyle sağlanır. Bu iddianın tartışılması, bir yazının takatini aşıyor korkarım, ama böyle bir noktaya nerelerden geçerek geldiğimi göstermeye çalışacağım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder